22 Nisan 2009 Çarşamba

İSLÂM ve DİĞERLERİ - III.BÖLÜM

Yazı dizimizin DİNLER TARİHİ bölümünün 3. kısmı ile devam ediyoruz. Bu bölümde Din, Vahiy ve Peygamberlik hakkında bazı iddia ve tezleri analiz edeceğiz.

3- “Din, insanların korkuları zayıflıkları için uydurdukları içgüdüsel bir fenomendir. Peygamberler toplumlarının en bilgili, filozof ve devrimci insanlarıdır.”

Bu materyalist kökenli iddia oldukça temelsiz ve şaşılacak şekilde ironiktir. Bilimselci beyinlerin bu kadar bilimsel disiplin ve bilimsel verilere rağmen bunu söylemeleri tam bir çelişkidir. İnsan bireysel ve toplumsal olarak sadece korktuğu tabiat olayları ya da psikolojik hadiselerden dolayı “din” denen kavramı uydurmuş olsaydı, günümüzden yaklaşık 2000-3000 yıl önce bu uydurmayı unuturdu. Hele ki son 300 yıldır böyle bir kavram ancak eski çadır tiyatrolarında gülmek için kullanılan bir skeç olarak kalırdı.

Gerek Vahiy kitapları gerekse onların dışında yazılı olarak elimize ulaşan tüm veriler de göstermektedir ki, Peygamberler ( selam hepsine ), Vahiy alana kadar toplumlarında sıradan insanlardı. Özellikle TEK TANRI inancının yanına eklenmiş sahte tanrı/rab isimlendirmeleri ile ve özünden uzaklaştırılıp tahrif edilerek toplumda adaleti ve iyiliği tesis etme özelliğini kaybetmiş ve bir külte dönüşmüş din işleri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerdi.

Ortak özellikleri dürüst, açık sözlü, yardımsever, ahlaklı, temiz kalpli, merhametli ve vicdan sahibi kişiler olmalarıydı. Toplumların dalıp gittiği ve bağlıları olduklarını iddia ettikleri TEK TANRI’nın dinine muhalif yaşam tarzlarına karşı, fıtratlarında ve vicdanlarındaki ayetleri örtmeyen ve bu hallere karşı mesafeli duran şahıslardı.

Vahyi tebliğ için toplumların karşılarına çıktıklarında ilk aldıkları eleştiri ve yalan söylediklerine dair getirilen deliller de bunu açıkça göstermektedir. Toplumlarının siyasi ve dini liderleri onları “sıradan insanlar” olmakla, “din adamı” olmamakla, toplumda belirli bir mevki ve makam sahibi olmamakla suçlamışlardır. Allah’ın bir vahiy indirseydi bu ünlü olmayan ve toplum içinde sıradan kişilere değil, meşhur, filozof, lider, din âlimi kimlikli kişilere indireceğini iddia etmişlerdir.

Hz. Musa, Mısır’da doğmuş, Firavunun sarayında büyümüş ve gençken işlediği bir suç yüzünden Mısır’dan çöle kaçmış, orada çobanlık yaparken kendisine Vahiy gelmiş bir peygamberdir. Kendisinin akıcı ve etkileyici bir konuşma yeteneğine sahip olmadığı, sıradan bir insan olduğu kendi ağzından anlatılır.

Nitekim, en son vahyin indiği Mekke toplumda, Hz. Muhammed bir din adamı, siyasetçi, felsefeci, şair, kahin olmayıp kendi halinde bir tüccar olduğu halde çok ünlü ve meşhur şahıslar yaşamaktaydı. Siyasi liderlerden Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Şairlerden yani o toplumun filozoflarından ve o zamanda tüm Fars, Bizans ve Hicaz toplumlarının ortak olarak verdiği “ Şairlerin Babası” ünvanı ile Velid bin Mugire, Din Ulemasından ve Kahinlerden ( Kahinler o toplumda özel vahiy kanalları olduğuna inanılan kişilerdi ) Mekkenin en büyük alimi ve dini lideri Ebu Amir, Taif’in alimi ve dini lideri Ebu Mesud, Ümeyye bin Ebi’s Salt ve bir çok şahıs o çağda ve bölgede toplumlarının en bilgili, en filozof ve en etkili meşhur şahsiyetleriydi.

Kurân’da bu durumu teyid eden ayetler çok açıkça verilmiştir.

“Ancak kendilerine hak gelince, dediler ki: "Bu bir büyüdür, doğrusu biz ona (karşı) kafir olanlarız."
Ve dediler ki: «Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?»” ZUHRUF - 30-31

“Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun.” ŞÛRA - 52

“Sen, o Kitabın, senin kalbine bırakılacağını ummazdın. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak (Kitap senin kalbine bırakıldı). O halde kâfirlere arka olma.” KASAS-86


“Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.” ANKEBÛT - 48



4- “Semavi dinler ve peygamberleri eski çağdan gelen inançlardan yeni dinler oluşturmuş ve bunların kitaplarını yazmışlardır.”

Bu konu ve tez iki yanlış bilgi üzerine bina edilmektedir. İlki; “semavi dinler ve diğerleri” şeklinde yapılan yanlış ayırım ve isimlendirmedir. Yazı dizimizin GİRİŞ isimli ilk yazısında da detaylı bir şekilde ayetlerini de verdiğimiz şekilde Allah’ın, Adem’den beri yeryüzündeki insanlara gönderdiği tek bir dini vardır ve bunun adı da İSLÂM’dır.

Dolayısı ile “semavi dinler” derken kasıt Allah’ın Rasullerine indirdiği vahiy ise buradaki çoğul “dinler” kelimesi çok yanlış bir kullanımdır. “İlk indirilen orijinal din olan İslam’ı bozup tahrif ettikleri için o şekilde kullanıyoruz” derlerse o zaman onlar artık ilahi dinler değil dönüşmüş başka dinlerdir ve sadece Yahudilik, Hristiyanlık değil, İslam’dan dönüştürüldüğü açıkça belli olan tüm eski dinlerin de o tanımın içine girmesi gerekir.

Yazı dizimizin bir önceki yazısında geniş bir şekilde incelediğimiz üzere yeryüzünde yaşayan tüm uygarlıkların, Peygamberler vasıtası ile İslam dini tebliği aldıkları fakat sonradan, EN YÜCE TEK TANRI ismini en üstte korumalarına rağmen, O’nun isminin altına bir takım isimler ekleyerek İslam dinini tahrif ettiklerini delilleri ile görmüştük.

Dolayısı ile Peygamberlerin eski inanç sistemlerine bakarak kendi kendilerine kavimlerine yeni bir din oluşturdukları iddiası temelsizdir. Tüm peygamberler, Adem’den beri insanlara ulaşmış İslam dininin bozulup tahrif edilmiş kısımlarını orijinal haline dönüştürecek şekilde vahiy almış ve toplumlarına sadece bu vahyi tebliğ etmişlerdir.

Hz. Muhammed’in Tevrat ve İncil’e bakarak Kuran’ı yazdığı iddiası ise yine en az dört yönden trajikomik bir iddiadır.

Birincisi, Kuran’da, Tevrat ve İncil metinlerinde tahrif edilmeden kalmış kısımlar doğrulanırken, çok önemli bir bölümünde ve hatta İman esasları ve bazı gaybi konularda ciddi reddiyeler ve düzeltmeler bulunmaktadır. Yahudiyiz ve Hristiyanız diyenlerin Hz. Muhammed’e cephe almalarındaki en büyük sebep budur. Çünkü okuduğu vahiy ( el-Kuran ) onların kendi ürettikleri dinlerinin temellerini yerle bir etmiştir.

Tevrat ve İncil’de açıkça bahsedilmeyen ve o dönemki Yahudilerin ve Hristiyanların çok merak ettikleri konularda, hem Hz.Muhammed’i test etmek hem de üzerinde yüzyıllardır tartıştıkları halde mantıklı bir uzlaşma sağlayamadıkları konularda çok net ve sarsıcı açıklamaların yapılması, o dönemki Kitap Ehlinden bir kısmının iman etmesine, iman etmemekte inat edenlerin bile büyük çoğunluğunun Hz. Muhammed’in vahiy aldığını itiraf etmesine yol açmıştır.
Kendinden önceki kitaplara bakarak yeni bir kitap yazan kimse, o döneme kadar hiçbir insanın tahayyül bile edemeyeceği konulardan bu kadar üst perdeden konuşamaz ve Kitap Ehline karşı bu kadar net reddiyeler sunamaz. Bunu yapmaya kalkan herhangi bir insan, kaynağına karşı mutlaka çelişkiye düşecek ve uzlaşma yolu arayacaktır. Aksi durum kendini rezil etmesi ile sonuçlanır. Ama sonuç ortadadır.

İkincisi, yeni bir din oluşturmak, lider olmak ve toplumu dönüştürmek isteği ile bir din kitabı yazan kimse asla kendisini eleştiren, tehdit eden cümleleri o kitaba yazmaz. Ancak biliyor ve görüyoruz ki Kuran’da birçok ayette Hz. Peygamberin bazı uygulamaları ve bazı şahsi davranışları hakkında ciddi uyarılar ve düzeltmeler yapılmaktadır. Bunun hikmeti bu vahyi takip ederken aynı zanlar ile aynı hataları yapması muhtemel insan topluluklarının kıyamete kadar uyarılması olsa gerektir. Ayrıca Kuran’da birçok peygamberin anne, baba, kardeş, eş ve çocukları ile ilgili geniş anlatımlar varken, Kitabı kendi yazdığı iddia edilen kişinin anne babası ile ilgili en ufak bir imada bile bulunmaması, onlardan bahsetmemesi, onları ve kendini yüceltmemesi olacak iş değildir. Hz. Muhammed eğer bu kitabı kendi yazsaydı, tıpkı “kendi davasına” destek arayan her lider gibi elbette kendini ve ailesini yüceltecek, onlara bir uluhhiyet atfedecek bölümler yazardı.

Üçüncüsü, bir toplumsal devrim peşinde olsa ve bu amaçla kitap yazsa, siyasi rakiplerinin oldukça cazip uzlaşma tekliflerini hemen kabul eder ve siyasi güç ve destek kazanırdı. Oysa tam tersini yapmış ve hiçbir şekilde uzlaşmaya gitmeden, hiçbir dünyevi makam ve vaat vermeden ve hiçbir siyasi mevzi talep etmeden tam 13 yıl boyunca oldukça ciddi sıkıntılara göğüs germiştir. “Seni kralımız yapalım, mal ve kadınlara boğalım, ordular emrine verelim yeter ki sadece bizim dinimize ve atalarımıza laf etme” teklifleri karşısında verdiği muhteşem cevap bunu yeterince net bir şekilde açıklamaktadır, “ Bir elime güneşi diğer elime ayı verseniz Allah emretmedikçe ben bu söylemimden vazgeçemem”. Niyeti sadece toplumsal devrim ve liderlik olan bir kişi en zor zamanlarında kendisine yapılan bu teklifi asla reddedemez, tam tersi, iktidara gelerek dönüşümü eline geçirdiği siyasi güçle tepeden tesis etme yoluna gider.

Dördüncüsü, Hz. Muhammed eğer Kuran’ı Tevrat ve İncillere bakarak yazdı ise Tevrat ve İncilleri kim yazmıştır. Onlardan önceki kitaba mı bakmışlardır? Baktılarsa o kitabı kim yazmıştır. Bu, bir adamın “Beni babam yarattı” demesine benzer, ona “Babanı kim yarattı” derler. Allah işte bu durumu Kuran’da “tesbih” olarak isimlendirmiştir. Her işin ve varlığın ilki ve sonu tesbih edip gitmekte ve Allah’da başlamakta ya da son bulmaktadır. Esma-ül Hüsna’dan olan, El-Evvelu, El-Ahiru işte tam da bu demek olsa gerektir.

Kuran’ın içeriğine hiç değinmiyorum, zaten aklı, yüreği ve vicdanı ile o kitabı okuyan, tarih ile, yaşanan hayat ile yorumlayan, aklı, fıtratı ve vicdanı ile düşünen bir insan, sadece alemlerin Rabbi olan Allah’a secde edebilir, acziyetinden iki büklüm kalakalır.

Kuran’ı “Muhammed kendisi yazdı” diyenler, Tanrı kavramını yok edeceğiz derken aslında insanüstü bir tanrı oluşturduklarının ve adına da Allah yerine Muhammed dediklerinin farkında olamayacakları kadar çelişki içindedirler. Bu durum ise tabiî ki onları acınacak bir komikliğe düşürmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Konumuz ile ilgili tabiî ki Kuran’ın da söyledikleri var:

“Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." YUNUS-38

“Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.” ANKEBUT-48
De ki: "Peygamber olarak gelen ilk insan ben değilim ki! benim ve sizin başınıza neler geleceğini bilemem. Ben sadece bana ne vahyediliyorsa ona uyarım. Çünkü ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim." AHKAF-9



Bir sonraki yazımızda, Hz. Muhammed’in gönderildiği Mekke toplumunun dini hayatı ile ilgili geniş bir analiz yapacağız, ve tasavvurlardaki Mekke toplumu ile gerçek arasındaki şaşılacak durumu gözler önüne sereceğiz inşaAllah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder