25 Nisan 2009 Cumartesi

İSLÂM ve DİĞERLERİ - V. BÖLÜM - Mekkelilerin Dini - Devamı

Yazı dizimizin bu bölümünde, o dönemdeki Müşrik Arapların, Ahirete, Peygamberlere, Kitaplara, Meleklere iman esaslarını ve ibadet ritüellerini ( nüsuklarını ) incelemeye devam ediyoruz.

AHİRET İNANCI :

Müşrik Arapların büyük bir çoğunluğu, kuşkulu da olsa, bedensel dirilme hakkında tereddütte olsalar da, öldükten sonra Allah’ın kendilerinin günahlarını affedip cennete sokacağına iman ediyorlardı. Nitekim, Hz. Peygamber onlara tebliğe başladığında ve üzerinde oldukları yolun yanlış olduğunu söylediğinde ilk soruları “Peki ya atalarımızın babalarımızın ahretteki durumu nedir?” olmuştur. Hz. Peygamberin “onlar ateştedir” cevabı üzerine çok sinirlenmişler ve saldırganlıklarını arttırmışlardır.

Mekkeli müşriklerin çoğunluğu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in dini üzere olduklarına, Allah’ın Kâbe’nin koruyuculuğunu kendilerine verdiği seçkin kulları olduğuna inandıkları için dünyadaki hayatlarında işledikleri günahların affedilip, - “EĞER VARSA”- bir şekilde cennete gireceklerine inanıyorlardı.

Bir kısmı ise bundan ciddi tereddüt içindeydiler, zamanın ateist, deist ve tenasüh (reenkarnasyon) inancına sahip olan bir kısmı da bunu kısmen ya da tamamen inkâr ediyorlardı.
Dini, bir “kültürel olgu”, bir “manevi destek”, bir “dünyevi üstünlük” “bir ticari ortam” olarak gören, hayatın sadece bir imtihan olduğu gerçeğini kabul etmek istemeyenler ve ciddiye almayanların tümünde olduğu gibi onlarında silik, belirsiz, piyangocu bir ahiret inancı ya da inançsızlığı olduğu, gidip geldikleri, işlerine geldiği gibi yorumladıkları çok net görülmektedir.
Hicaz Araplarının bu değişik ve çelişkili ahiret inançlarını ya da ahireti inkar eden gruplarını teşhir eden bir çok Kuran ayeti bulunmaktadır.

“Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten (çoğu zaman) onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana kördürler.” NEML-66

“ve "Son Saat'in (bir gün) gelip çatacağını da düşünemiyorum" (diye ekledi,) "hem, (o saat gelse ve) ben Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile, sonuç olarak, her halde bundan daha iyisini karşımda bulacağım!" KEHF-36

“Biz ilkin yoktan yaratmada bir âcizlik, becerisizlik mi gösterdik ki bu tekrar yaratmada acze düşelim? Hayır! Öyle değil, onlar da böyle olmadığını bilirler. Ama yine de onlar bu yeniden yaratılıştan (dirilmeden) şüphe içindedirler.” KAF-15


“İnkâr edenler dedi ki: "biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi dirilip çıkartılacakmışız?"
"Andolsun, bu (azab ve dirilme tehdidi), bize ve daha önce atalarımıza va'dolunmuştur. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir." NEML-67,68



PEYGAMBER, VAHİY ve KİTAP İNANÇLARI

Müşrik Arapların büyük çoğunluğu, Allah’ın peygamberler seçerek onlara vahiy indirdiğine ve kitaplar verdiğine iman ediyorlar hatta kendilerini Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Peygamberlerin torunları olarak ilan ediyorlardı.

Müşrik Arapların din tasavvuru, ALLAH-İBRAHİM-KABE temelinde oluşmuş bir tasavvur olduğu için tüm peygamberleri ve kitapları Allah’ın gönderdiğine inanırlardı.
Hristiyan ve Yahudilere “Ehl-i Kitap” ( Kitap sahipleri ) diye seslenmeleri bundandır. Kendilerinin ellerinde bir vahiy kitabı bulunmamasından dolayı da diğerleri bunlara “ümmiler” (Kitapsızlar) diye isim takmışdır.

Hz. Muhammed’in tebliğe başladığı ilk günlerde Mekkenin Dini otoritesinin ve onların baş alimi olan Ebu Amir’in ve ikinci büyük şehrin baş alimi Ebu Mesud’un itirazı Vahye ya da Peygamberlik müessesine değil, bizzat Hz. Peygamberin şahsının bu ilahi lutfa layık görülmesine ve okuduğu ayetlerin içeriğine olmuştur.

“Ve dediler ki: «Bu Kur'an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?»” ZUHRUF - 30-31

MELEK İNANÇLARI

Müşrik Araplar da çok kuvvetli hatta abartılmış yarı-ilahlaştırılmış melek inançları da tabii ki bulunmaktaydı. Hemen hemen tüm inançlarındaki saptırılmışlık gibi bu melek inancında da aşırıya gitmişlerdir.

Melekleri, “Allah’ın kızları” diye nitelemişler, kendilerini Allah katında ve dininde yüceltecek, onları Allah’a yaklaştıracak diye yarı-tanrılaştırdıkları ve putlarla sembolleştirdikleri din adamlarını ve milli kahramanlarını da “bunlar olsa olsa insan kılığında meleklerdi” diyerek dişil isimlerle isimlendirmişlerdir ( Lat, Menat, Uzza v.d. gibi ).

Cinleri de, Allah’ın nesebinden yarattığı, insanları ele geçiren varlıklar olarak tasavvur etmişlerdir. Hz. Peygambere taktıkları ilk sıfatlardan biri de “Mecnun” (cinlenmiş) olmuştur. Kahinler dedikleri din adamlarının, melekler ve cinlerle irtibata geçip, onları kontrol edebildiklerine ve onlar vasıtası ile Allah’tan ilhamlar aldıklarına ve onların kendilerine gaybtan ( gelecekten ) haberler verdiklerine inanmışlardır.

“Allah’ın kızları olduğunu iddia ediyorlar. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Hoşlandıkları erkek çocuklarını ise kendilerine yakıştırırlar.” NAHL-57

“Yoksa biz, melekleri, bunların tanıklık ettikleri bir sırada, dişiler olarak mı yarattık?” SAFFAT 150

“Yoksa sizin, (meleklerin, Allâh'ın kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var?” SAFFAT 156

“Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.
Onların nitelendirdiklerinden Allah yücedir.” SAFFAT 158-159



İBADET RİTÜELLERİ ( NUSUKLAR )

Müşrik Araplar, iman esaslarındaki sapmalarında olduğu gibi Hz. İbrahim’in dininden gelen ibadet ritüellerini de aslından ve manasından koparmış olarak devam ettirmişlerdir. Birçoğunu eksiltmişler, arttırmışlar, olmayan farzlar, haramlar ilave etmişler, gerçekten farz olan ve haram olan bazılarını iptal etmişlerdir. Sadece Allah için yapılması gereken nusuklarını, yarı-tanrılaştırdıkları sahte rablerinin bu nusuklar hakkındaki hükümlerini de içlerine katarak yapmaya devam etmişlerdir.

Hac, Tavaf, Kurban, Haram aylar, Namaz, Oruç, Sadaka, İnfak, Dua, Gusl gibi Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in tebliğ ettiği birçok nusuku bu şekilde tahrif ederek yapmaya devam edip gelmişlerdir. Çoğunluğu bunlar konusunda çok katı ve ısrarcı bir şekilde istekli olmuşlardır.
Konu ile ilgili olarak aşağıda bir kısmını verdiğimiz Kuran bölümleri ve ayetleri gerekli tafsilatlı açıklamayı yapmaktadır:

Hacc, Tavaf, Kurban, Haram Aylar : Bakara 194-203, Hac Suresi
Oruç : Bakara 183-189
Namaz : Maun 4-5, Enfal 35
Sadaka İnfak : Enam 136, Nisa 38

Bunun yanında Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in tebliğ ettiği İslam dininin temelleri olan İman esaslarını tahrif ettikleri gibi, Allah’ın haram kıldığı birçok büyük günahı haram olmaktan çıkarmış ve meşrulaştırmışlardır. Yine benzeri bir şekilde Allah’ın dininde haram kılmadığı bazı yiyecekleri ve davranışları da din adamlarının içtihatları ile haram kılmışlardır. ( Maide suresi 101-102-103 ve Enam suresi 138-145 arası ayetlerde bu konu detaylı olarak anlatılmaktadır ).

Masum kanı dökmek, çocuklarını açlık korkusu ile öldürmek ( kürtaj ), kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, zina, faiz, aldatma, kibirlenmek, yalan yere yemin etmek gibi, aslında İslam’ın insanı bunlardan kurtarmak için gönderildiği bu günah ve kötülüklere dalıp gitmişlerdir.
Hem bu zalimlikleri ve günahları meşrulaştırıp işlemekte hem de Hac edip, namaz kılıp kendilerinin Kabe’nin koruyucuları, Hz. İbrahim’in torunları ve Allah’ın seçkin kavmi olduklarını söyleyerek temize çıkacaklarına inanmaktaydılar. ( Biz bu adamları çok yakın bir yerden tanımıyor muyuz? Çok benzemiyor mu birilerine? ).

Bu nusukların onlar tarafından tahrif edilerek yapılageldiği, Kuran’ın pek çok bölümünde anlatılmaktadır. Allah, Hz. Peygambere indirdiği son vahyinde bu nusukların şirk ve tahrifat içeren kısımlarını temizleyerek, unutulan bölümlerini de hatırlatarak aynı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in tebliğ ettiği orijinal halleri ile devam ettirilmesini emretmiştir.

Birçoklarımızın küçüklüğünden beri dinlediğinin okuduğunun aksine Hz. Peygamber bunları İLK DEFA tesis etmemiştir. Bu yanlış paradigmanın bir sonucu olarak günümüzde bile birçok kişi bu nusukların detayları neden Kuran’da yok diye oldukça trajikomik bir soruyu sorabilmektedir. Oysa aradıkları, o nusukların Allah tarafından farz kılınmış detayları değil, zaman içerisinde tıpkı Mekkelilerin atalarının yaptığı gibi, Allah’ın farz kılmadığı ama sonradan gelenlerin icat ettiği kendi hükümlerinden başkaları değildir. Bu tip yaklaşımda olanlara cevap Maide suresinin 101.ve 102. Ayetlerinde çok açık şekilde verilmektedir.

BÖLÜM DEĞERLENDİRMESİ

Yazı dizimizin son iki bölümünde detaylı olarak cevabını aradığımız iddia şuydu : “Mekkeli müşrikler Allah’ı bilmiyorlardı, Vahiy ve Peygamberlik kavramlarını da bilmiyorlardı. Onlara, Allah inancını ve din kavramlarını Hz. Muhammed öğretti.” “Hac, Namaz, Oruç, Sadaka, Kurban, Gusül v.b. ilk defa Hz. Muhammed tarafından getirilmiştir.”

İki yazıdaki incelemelerimizden sonra gördük ki toplumun çoğunluğunun bilinç altına yerleştirilmiş bu geleneksel anlayış kökünden yanlıştır. Mekkeli Arapların kendilerini, Allah’ın seçkin kavmi, Kabe’nin koruyucuları, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in “dindaşları” olarak gördükleri ve onlar tarafından tebliğ edilmiş dine kendilerini nispet ettikleri çok açık.

Peki, Mekkeli Müşrikler hakkında neden böyle bir yanılsama anlatılmış yüzlerce yıldır ve hala anlatılmaya devam ediliyor. Bu sorunun cevabı olarak şunu söyleyebiliriz. Suçta ortak olanlar suçu el birliği ile örtbas ederler. İslam dinini aralarındaki “hırs ve azgınlık” yüzünden parçalayanlar ve bu uğurda birbirlerinin kanını dökmekten çekinmeyenlerin, kendilerini masum göstermek adına, iktidarlarını, fırkalarını, mezheplerini meşrulaştırmak adına bu işi yapmış olmaları insanlığın hiç de yabancısı olmadığı bir konudur. onların takipçilerinin ise "bu ulu atalarının dediklerine itiraz edecek cesareti bulamamaları ya da aynı rantın onları da sarıp sarmalaması. Bu anlatılan "din", zalim iktidarlar için her zaman ideal bir araçtır.

Yahudiyiz, Hristiyanız diyenlerin peygamberlerinin arkasından yaptıkları bire bir aynen uygulanmıştır. Bu gün bile, gerek adına “İslam ülkesi” denilen ülkelerin yöneticilerinin, gerekse halklarının büyük çoğunluğunun kendilerini Allah’ın dini İslam’a ve Hz. Peygambere nispet etmelerine rağmen, tahrif edilmiş, katıp karıştırılmış nusuk ve haramlarını yerine getirmelerine rağmen, Allah’ın açıkça haram kıldığı bir çok şirk ve günahları meşru görerek bunlarla hayatlarını yaşmaları da aynı şeydir.

Bunun yanında sayıları çok az da olsa, tıpkı o dönemlerdeki Yahudiler, Hristiyanlar ya da Allah’ın gerçek dini İslam’ı, yalnız Allah’a has kılarak, Allah ile beraber hiçbir ilah/rab edinmeyerek ve kendi hayatlarına Allah’ın indirdikleri ile hükmederek yaşamaya devam edenler de tabii ki vardır.

İnsanın yeryüzündeki serüveninde sadece isimler ve dekor değişmekte diğer her şey binlerce yıldan beri aynı şekilde süregelmektedir. Habil ve Kabil’in imtihanı ve serüveni kesintisiz devam etmektedir ve her insan istediği tarafı seçmekte serbesttir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder