20 Mart 2009 Cuma

KURÂN ve HAYATIMIZ - I

Allah’ın insanlara gönderdiği ve kendilerini bu kitaptan sorumlu tuttuğunu açıkladığı en son Vahiy olan Kuran hakkında durup iyice düşünmemizin zamanı gelmedi mi? Bu yazı dizimizde Kuran ile muhatabiyetimizdeki yanlışları, hayatlarımızdaki sorunların neden üstesinden gelemediğimizin cevaplarını ve hepsinden önemlisi dünya hayatındaki imtihanımızda en büyük yardımcımız olması gereken bu kitabın gerçeğini bulmaya çalışacağız.

Bugün içinde yaşadığımız toplumun genel din algılaması içinde KURAN, asli fonksiyonundan çok çok uzaklaşmış bir biçimde muamele görüyor.

Allah’ın insanlara bir “HİDAYET REHBERİ” ( Bakara - 2) “ÖĞÜT KİTABI” ( Al-i İmran - 138 ) “HAKKI BATILDAN AYIRAN BİR ÖLÇÜ” ( Furkan – 1 ) yani özetle söyleyecek olursak Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimseler için imtihanın sorularının doğru cevaplarının yer aldığı ve bununla Allah’ın rızasını kazanmanın en önemli aracı olarak gönderdiği bir kitap aslında Kuran.

İşte insanlara kıyametten önceki son vahiy olan Kuran, bu fonksiyonunu maalesef kendine müslüman diyen geniş halk yığınları için kaybetmiş görünüyor. Kuran’a gerektiği gibi yaklaşan, onunla hayatını biçimlendirmeye uğraşan, Kuran ile beraber onunla çelişen başka kitapların hükümlerine ya da kişilerin görüşlerine itibar etmeyen kişiler bu sözün dışındadır tabiki. Ancak, Kuran’ı hayatın her alanını düzenleyen bir araç olmaktan çıkartıp, ölülere okunan bir kitap, bir musiki kitabı, bir ideoloji kitabı ya da bir sırlar, şifreler kitabı muamelesine tabi tutan bu günkü toplumun çoğunluğu, maalesef, yine Kuran’ın değimi ile çok yanlış bir tutum içerisindedir. ( Yunus – 32 )

Kuran hakkındaki bu yanlış tasavvurun gelişmesinde, 1300 yıllık siyasi, mezhebi, fikri kavgaların, çıkar çatışmalarının etkisi büyüktür. İnsanoğlunun hazırcı yaklaşımı da, kendi araştırmak yerine birilerinden dinlediğini olduğu gibi sorgulamadan kabul etmesinin de payı büyüktür. Kuran ile beraber “DİN KİTABI” adı altında yüzlerce yıldır insanlara sunulan bir çok eserin ve “ALİM” denilen kişilerin şahsi görüşlerinin mutlaklaştırılmasının ve Kuran’ın önüne geçirilmesinin de bu sorunda oldukça önemli payı vardır.

Bu gün topluma “KURAN NASIL BİR KİTAPTIR” sorusunu sorduğumuzda büyük bir ağırlıkla “ONU AKLIMIZLA ANLAYAMAYIZ” “ ONU HERKES ANLAYAMAZ” “ARAPÇA BİLMEK ALİM OLMAK ŞARTTIR” “ KURAN’I ANLAMAK İÇİN ŞU ŞU ŞU İLİMLERDE ALİM OLMAK” şarttır ve benzeri cevaplarla karşılaşıyoruz. Bu cevaplar, Kuran’ı okumayan, anlamak istemeyen, atalarından duydukları ezberci sözleri tekrarlayan insanların verdikleri ve üzerinde hiç düşünmeden inandırıldıkları sözlerdir. Oysa Kuran kendisi bu yakıştırmaları reddetmekte, tam aksini söylemektedir.

Kuran’a bu yanlış yaklaşımın etkisinde tabiî ki Modernizm’in insanlara dayattığı hedonist (zevkperest) ve seküler ( laik) hayat tarzının da etkisi çok büyüktür, insanlar dünya hayatında rahat ve lâ-dini bir yaşam ideali edindikleri için, Kuran sadece dillerde “KUTSAL KİTAP” tanımlamasından öteye gidememektedir.

Bu durumu ve bu konudaki Rasulullah’ın ( selam O’na) şikayetini yine Kuran bakın bize nasıl haber vermektedir :

“Ve elçi dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.” ( Furkan Suresi – 30 )

Dünya hayatının bir İMTİHAN olduğu kabulü içinde yaşayanlar için bu algılamaların ne kadar tehlikeli olduğu ve her an bizi imtihan salonundan çıkarabilecek ölümün gelmesi halinde çok ciddi sıkıntıya düşüreceği de aşikardır.
Bütün bunlardan hareketle, Kuran’ın çevresini saran bu yanlış tasavvurlardan, üzerine atılmış adeta kum çuvalı vazifesi gören tarihsel görüş ve düşüncelerden sıyrılıp, alemlerin Rabbi olan Allah’ımızın bizzat kendi sözünden yani Kuran’ın kendisinden onu tanımak ve tekrar hayatlarımızdaki asli fonksiyonuna döndürebilmek umudu ile bu yazı dizisine başlıyoruz.

Allah, Kuran’da bizi tek başımıza yarattığını, tek başımıza imtihan etmekte olduğunu ve tek başımıza hesaba çekeceğini açıkça ifade etmektedir. ( Enam – 94, Enbiya – 35, Yunus – 30 )
Allah’ın bizi sorumlu tuttuğunu, imtihan ettiğini ve kendisinden hesaba çekeceğini açıkladığı ( Zuhruf – 44 ) Kuran’ı anlayamayacağımızı, başkalarına bu konuda muhtaç olduğumuzu ve karmakarışık bir sırlar kitabı olarak gönderdiğini düşünmek – haşa – Allah’ın adaletine ve Şânına ciddi bir ithamdır. Zaten yazı dizimiz, bu iddiaların bizzat Kuran tarafından çürütüldüğünün, tam tersi olarak, tüm kulların bu kitabı kolayca anlayıp hayatlarına tatbik edebileceklerinin ve imtihanlarını verebileceklerinin açık delillerini yine Kuran’dan gözlerimizin ve akledebilen kalplerimizin önüne sunacaktır.

Yazı dizimiz beş bölümden oluşmaktadır.

Bu giriş bölümünden sonra bir sonraki yazıda, dizinin birinci bölümü olan KURAN’I KİMLER ANLAYABİLİR? sorusunun cevabını yine Kuran’dan arayacağız.

İkinci bölümde, KURAN ile beraber onunla ilgili başka kitapların (TEFSİR, HADİS, SİYER, MEAL, v.b.) ilişkisinin mahiyetini,

Üçüncü bölümde, KURAN’IN KENDİSİNİ KULLANMA METODU TARİFİNİ,

Dördüncü bölümde, KURAN’IN DÜNYA İMTİHANIMIZDAKİ SORULAR İÇİN VERDİĞİ CEVAP ANAHTARINI inceleyeceğiz.

Son bölümde ise genel bir değerlendirme ile yazı dizimizi bitireceğiz inşaAllah.

Konu hayati bir önem taşımaktadır, hatta hayatın da ötesinde ebedi kurtuluşumuz ile ilgilidir. Bu nedenle Rabbimizden bu yazı dizisi ile bizi, hakka ve hayra ulaştırmasını niyaz ediyorum.

Konunun ne kadar önemli olduğunu sanırım şu aşağıya alıntıladığım Kuran ayetlerinin meali bize çok ciddi bir şekilde anlatmaktadır.

“Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın.”

"Doğrusu Kur'an sana ve kavmine öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız"

(Zuhruf Suresi 43-44. ayetler.)

KURÂN ve HAYATIMIZ - II

Yazı dizimizin bu bölümünde, “KURAN’I KİMLER ANLAYABİLİR” sorusuna yine Kuran’ın verdiği cevapları inceleyeceğiz.

Yazı dizimizin ilk bölümünde de belirttiğimiz gibi, günümüzde az bir kısmı müstesna Müslümanlar arasında adeta kemikleşmiş, dinin bir zorunluluğu gibi algılanmış bir anlayış hakim. Kuran tek başına anlaşılamaz, Kuran’ı anlamak için, Arapça başta olmak üzere bir çok ilmi derinlemesine bilmek gerekir v.b. ön kabuller bu anlayışın temelini oluşturmaktadır.

Bu anlayışın temellerinde uzun yüzyıllar boyunca gelenekleşmiş “ULEMA”, “ALİM”, “İLİM”, “İSLAM”, “SÜNNET”, “HADİS”, “TEFSİR” gibi kavramların yanlış tasavvurları oldukça büyük etken olmuştur. Kuran’ın dünyadaki imtihan için, alemlerin Rabbi Allah tarafından gönderilmiş bir araç olduğu anlamının geri planda kalması, adeta amaç haline getirilmesi bu yanlış tasavvurların temelini oluşturmaktadır. Oysa, Allah’ın vahiy olarak gönderdiği Kitaplar apaçıktır ve insanların imtihanı kazanmak için birer aracıdır. Kitapları bu algıdan çıkarıp, herhangi bir nedenle tevil etmek, bir takım rekabetlerin amacı haline getirmek ve bu amaçla Kitapları asıl fonksiyonundan uzaklaştırmak “Tahrif” denilen kavramın esasını oluşturmaktadır.

Allah, Kuran’da bizleri tek başımıza yarattığını, tek başımıza imtihan etmekte olduğunu ve sonunda her birimizi tek başımıza hesaba çekeceğini açıkça belirtmektedir.

“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır.” ( Enam – 94 )

Evet, şânı yüce Allah, bizi tek başımıza yarattı ve tek başımıza imtihan etmekte ve tek başımıza hesaba çekecek. Adil bir imtihan edici olduğundan şüphe duyulmayan bir ilah, kullarına haksızlık etmekten münezzeh olan bir ilah, onlara, anlaşılmaz, açıklanması için başka şeylere ve kişilere ihtiyaç duyacakları bir Kitap göndermez. Eğer öyle olsaydı, yukarıdaki ayette belirtilen “şefaatçiler” yani Allah’a giden yoldaki, imtihandaki aracılar ile birlikte hesaba çekilirdi kullar. Ancak ayetten ve Kuran’ın bütünlüğünden bunun tam tersinin olduğu, Allah ile kulları arasında müsbet veya menfi yönde hiçbir aracının olmadığı, tüm kulların imtihanlarından tek başına sorumlu oldukları ve bu konuda yardım merciinin yalnızca Allah olduğu çok açıktır. Bu aynı zamanda İslam imanının temeli oluşturan tevhidin de bir yansımasıdır.

Hal böyle iken, alemlerin Rabbi Allah tarafından gönderilmiş olan son vahye muhatap olacak tüm insanların onu anlamaması veya o kitabın bir sırlar, şifreler kitabı olması, açıklanmaya muhtaç olması asla düşünülemez. Bunu savunmak imtihanı ve imtihan ediciyi adaletsizlikle suçlamak olur ve Allah bunlardan münezzehtir.

Şüphesiz ki Kuran, içinde geçmiş bütün bir insanlık tarihinin çeşitli hikmetlerini ve izlerini, aynı zamanda alemlerin Rabbi olan Allah tarafından bize haber verilen türlü olayları da içermektedir. Kuran’dan hesaba çekileceğimiz, yani bizim dünya hayatındaki imtihanımızın soruları olan konular çok açık ve net bir şekilde bellidir. Yani, iman esasları, helaller ve haramlar, nusûklar ( yanlış bir tabirle ibadetler olarak adlandırılan namaz, oruç, hac, kurban, zekat, sadaka v.b. ), hayatın içinde uyulması gereken hükümler, Allah’ın sevdiği ve sevmediği davranışlar, ortalama zeka seviyesindeki bir insanın 13-14 yaşından itibaren kolaylıkla anlayıp idrak edeceği açıklıkta Kuran’da anlatılmaktadır. Bunda hiçbir çelişki ve şüphe yoktur ve insanlar bunlardan hesaba çekilecektir.

Kuran’ın müteşâbih olarak nitelediği ve anlam bütünlüğü açısından içinde yer alan, diğer bir sebeple kendisine gelecek itirazlara kıyamet günü bir delil oluşturacak olan ayetleri ve bazı anlatımları, iman edenlerin algı ve bilgi seviyesinin dışında (gayb ile ilgili ) olduğundan kişilerin imtihanı ile ilgisi olmayan konulardır. Rabbimizin tarifi ile bu ayetler için “ hepsi Rabbimizdendir, hepsine iman ettik” der ve geçeriz. Bu konular hesaba çekileceğimiz imtihan sorularının dışında kalmaktadır.

Allah insana dünya hayatındaki imtihanı için birçok araçlar vermiştir. AKIL, FITRAT ve VİCDAN araçları ile Hakkı, Bâtılı, iyiyi, güzeli, doğruyu, çirkini, kötüyü insan ayırt edebilmektedir. Tüm bunların yanında, bunlara destek olarak ve bunların yetmediği yerde ya da insanların bu araçları saptırarak hak ve bâtılı karıştırdıkları yerde kullanılacak araç ve nihai referans olarak da VAHİY, insanlığın kullanımına sunulmuştur. Tüm bunlarla alemlerin Rabbi olan Allah, insanların yaratılışta kendisine verdikleri söze sadık kalarak dünya imtihanlarını vermelerini ve kendilerine vaad ettiği ebedi mutluluk hayatını yaşamalarını murâd etmektedir.

“Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.” ( Maide – 6 )

“O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi).” ( Hac – 78 )

“Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler. ( Enam – 154 )

“İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin.” ( Enam – 155 )

Şimdi, Kuran’ın kendi dilinden, kendinden başka bir kitaba, kişilere, yorumlara ihtiyaç duymaksızın AKLINI, FITRATINI ve VİCDANINI kullanan ve bunları yalanlamadan, örtmeden Allah’a teslim olarak yaşamak isteyen, bu imtihanı ciddi bir şekilde vermeye niyet etmiş bir insana, bu dünya hayatındaki imtihanını kazanması için gerekli olan her şeyi, nasıl kolay, apaçık ve detaylı olarak açıklayan bir Kitap olduğunu görelim.

“Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?” ( Kamer suresinin 17. 22. 32. ve 40. ayetlerinde aynı kelimelerle dört kere tekrarlanmıştır bu ayet )

“[EY İNSANLAR!] Gerçek şu ki, Biz size, akılda tutmanız gereken her şeyi kapsayan ilahî bir mesaj indirdik: hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” ( Enbiya – 10 )

“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.” ( Hud – 1 )

“Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.” ( Arâf – 52 )

“Biz bu Kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet ve Allah’a teslim olanlara bir müjde olarak indirdik” ( Nahl – 89 )

“O ( Kuran ), yalnızca bir uyarı ve öğüttür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren bir [ilahî] hitabedir.” ( Yasin – 69 )

“Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.

Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da eksiksiz tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek (kimse) yoktur. O, işitendir, bilendir.

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.” ( Enam – 114 – 115 – 116 )

“Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık” ( Enam – 38 )

“Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir” ( Meryem – 64 )

Evet, bunlar ve benzeri birçok ayette açıkça belirtildiği gibi Kuran apaçık ve detaylı ve eksiksiz bir Kitaptır. Bunun üzerinde iyice düşünmeli ve kendimizi sorgulayarak Kuran’a olan yaklaşımımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. Rabbimiz bize zorluk çıkarmak istemez ve bizi çok sevmektedir. İnsanların, din budur diye zan ve tahminleri ile oluşturdukları, dayattıkları hiçbir görüş mutlak doğru değildir olamaz, sözün en doğrusu ve güzeli alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Tüm bunlardan sonra artık Kuran’ı bu gözle okumalı, anlamalı ve hayatımıza güzelce tatbik etmeye uğraşmalıyız. Sonuç olarak bu hem daha hayırlı hem de en güzeli olacaktır.

Bir sonraki bölümde KURAN ile beraber onunla ilgili başka kitapların (TEFSİR, HADİS, SİYER, MEAL, v.b.) ilişkisinin mahiyetini incelemeye çalışacağız inşaAllah.

KURÂN ve HAYATIMIZ - III

Yazı dizimizin geçen bölümünde “Kuran’ı kimler anlayabilir” sorusunun cevabını yine Kuran’ın kendisinden dinlemiştik. Bu bölümde, insanın Kuran’ı anlama çabalarının ürünleri olan Tefsir ve Meal kitapları ile, Kuran’ı hayata uygulama konusunda örnek alınan Hadis ve Siyer ( İslam Tarihi ) kitaplarının, Kuran’ı anlama çabamız ile ilişkisini inceleyeceğiz.

Hz. Peygamber ( selam O’na ) döneminde yaşayan kimseler, Kuran’ı bizzat peygamberin ağzından dinliyorlar ve onunla ilgili açıklamalarını uygulamalarını direk vahyin elçisinden alarak hayatlarına tatbik ediyorlardı.

Hz. Peygamberin ölümünden sonra, O’nla beraber yaşamış arkadaşlarının ölümlerine kadar herhangi bir tefsir çalışması yapıldığını görmüyoruz. Kaynaklardan Elimize ulaşan ilk tam tefsir çalışması Mukâtil bin Süleyman’ın ( ölümü h.150 ) TEFSİR-İ KEBİR isimli eseridir
(Hz.Peygamberin ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra). Yine en erken dönem tefsirlerinden biri Taberi’nin ( ölümü h.310 ) CAMİU’L BEYAN Fİ TE’VİLİ’L-KURAN isimli eseridir. Bunları takip eden yüzyıllar içerisinde günümüze kadar çok fazla sayıda Kuran tefsiri yapılmış ve yayınlanmıştır.

Kuran-ı Kerim’in ilk tercümesinin, Hz. Peygamberin güzide arkadaşlarından Salman-ı Farisi’nin kendi dili olan Farsça’ya yaptığı tercüme olduğu bilinmektedir. Bize ulaşan ilk Türkçe meal, 1333 yılında Şirazlı Hacı Devletşah oğlu Muhammed’in kaleme aldığı Türkçe meal çalışmasıdır. Kuran’ın, 1141 yılında Latince, 1513’de İtalyanca, 1616’da Almanca, 1647’de Fransızca, 1648’de İngilizce mealleri yayınlanmıştır. Bu süreci takiben Kuran tüm dünya dillerine tercüme edilmiştir.

İlk yazılı hadis kitapları ve siyer kitapları da Hz. Peygamberin ölümünden sonraki yüzyıl içerisinde yazılı olarak telif edilmiştir.

Tüm bu yazılı eserlerin özünde İslam dinini, onun peygamberini ve Kuran’ı anlama, geniş halk kitlelerine açıklama gayreti vardır. Ancak, İslam dünyasının Hz. Peygamberin ölümünden henüz 30 yıl geçmesi ile başlayan siyasi çalkantılar dönemi ve bu karışıklıktan galip çıkan Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde, o döneme kadar görülmemiş fikri, siyasi ve sosyal çatışmalar, savaşlar, ihtilaller yaşanmıştır. Bu karışıklık döneminde özellikle Hicri 40 – 250 yılları arasında İslam dininin mensupları kıyasıya çatışmışlar ve Sünnilik, Şiilik ve Haricilik gibi ana yollara ayrılmışlardır. Bu yollar da kendi içerisinde gerek kelamî, gerekse fıkhî ve siyasi konularda bir çok hatta onlarca ayrı akımlara, mezheplere bölünmüş ve parçalanmıştır.

O dönemin bir sonucu olarak verilen tüm eserlerde, eserlerin müelliflerinin kendi ait bulundukları siyasi ya da fıkhi akımlara ve mezheplere göre yaptıkları yorum ve düşünceler yer almış, her grup kendi görüşlerini destekleyecek, karşısındakilerin görüşünü çürütecek bir yorum yöntemi izlemiştir. Bunlara bir de iktidarı elinde bulunduranların icraatlarını meşrulaştırmak amacı ile bazı önde gelen kimselere yazdırdıkları ya da anlattırdıkları görüş ve yorumları da eklersek o dönem eserlerinin, özellikle tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarının mahiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Hz. Peygamber döneminde ve ölümünden yaklaşık 100 yıl sonrasına kadar insanların Kuran’dan başka hiçbir yazılı eser olmadan bu kadar büyük ihtilaflara düşmemiş olmaları da, bu ayrılıkların temelinde rekabet ve haklı çıkma duygusunun olduğunu açıkça göstermektedir.

Yine bu dönemlerde hızla değişik coğrafyalara yayılan İslam sonucu bu dine girem toplumların kültürleri, adetleri ve felsefeleri ile Hristiyanlık ve Yahudilikden ilim adı altında İslam'a sokulan görüşler de ( israilliyat ve mesihhiyat ) yayınlanan eserlerde etkisini göstermişlerdir.
Özellikle yahudiler ve hristiyanlarla bu konuda girilen rekabet, üstünlük ispat ve peygamber yarıştırmaları sonucu bir çok uydurma ve abartılı hikayeler, yanlış inançlar ve efsaneler de bu eserlere girmişt bulunmaktadır.


Oysa Kuran-ı Kerim bir önceki yazımızda da belirttiği gibi Allah tarafından kolaylaştırılmış ve insanlığın dünya hayatındaki imtihanda onu doğru yola sevk edecek bir araç olarak Rabbimizden kendisine gönderilmiştir. Kuran, tüm anlaşmazlıklar ve ihtilaflar konusunda bir referans kaynağı olduğunu ve bırakınız İslam dininin mensuplarını tüm insanlık ailesinin ihtilaflarında hak ve doğru yolu gösterdiğini bakın nasıl açıkça belirtiyor:

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” BAKARA – 213

Evet, dünya hayatımızdaki imtihanımızda Kuran bize bir hatırlatıcı ve doğru cevapları gösterici bir araçtır. Rasuller de ( selam hepsine ) bu vahiyleri insanlara ileten ve içindekileri uygulayarak insanlara gösteren bir rol modeldirler. Bunun yanında, Allah’ın yaratırken insanın aklına, vicdanına ve fıtratına kodladığı bilgiler esas olan olup Vahiyler bunları insanlığa hatırlatıcı bir işlev görmektedir. İslam dini ilk insandan son insana kadar yaratılmış bütün insanların fıtratındaki bilgiyi ona hatırlatıcı olarak her dönemde Allah tarafından Rasuller aracılığı ile insanlığa tekrar tekrar gönderilmiş ve hatırlatılmıştır. Bu dinin insanın aklı, fıtratı ve vicdanı ile birebir uyumlu olduğu ve bu araçlarla içinden çıkamadığı ya da ihtilafa düştükleri konularda bir referans olarak vahyin gönderildiğini, ama insanların bu konuda ayrılıklara düşüp dinlerini parça parça ettiklerini şu ayetler çok açık bir biçimde göstermektedir:

“Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, Salatı dosdoğru ikame edin ve müşriklerden olmayın.

Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.”
RUM 30-31-32

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki 'kıskançlık ve hakka başkaldırma' (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.” AL-İ İMRAN - 19

Gerek Bakara suresinin 213. ayetinde gerekse Rum suresinin 32. ve Al-i İmran suresinin 19. ayetinden açıkça anlaşıldığı gibi insanlar Allah’ın gönderdiği tek din olan İslam’ı kendi heva, heves, azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden değiştirmekte ve fırkalara ayrılıp parçalanmaktadırlar.

Hz. Musa ( selam O’na ) ile İsrail oğullarına gönderilen İslam dini, adlarına “Yahudiyiz” diyenler tarafından, Hz. İsa ( selam O’na ) ile tekrar gönderilen adlarına “Hristiyanız” diyenler tarafından ve Hz. Muhammed ( selam O’na ) ile son kez insanlığa gönderilen İslam dini de adlarına “Müslümanız” diyenler tarafından maalesef büyük ayrılıklara ve parçalanmalara uğratılmıştır. Üç grupta kendi aralarında inanılmaz çatışma ve bölünmelere uğramış bir çok kollara ve mezheplere bölünmüşler ve bu ihtilaflarını halen sürdürmektedirler.

Konumuzun mihenk noktasını da işte bu oluşturmaktadır. Hepsi insanlara Allah tarafından ikram edilmiş olan bu imtihan araçları maalesef yine insanlar tarafından ayrı birer imtihan sorusuna dönüştürülmüştür. Kuran’ı anlamak ve güzelce hayatına tatbik etmek için elbette ilmi çalışmalar, Rasullerin hayatı özellikle Hz. Muhammed’in hayatı araştırılmalı incelenmelidir. Tabi ki her insanın Kuran’ı okuyup anlayabilmesine birer araç olacak mealler gereklidir. Kuran ve onun kavramları konusunda eserler verilmeli ve okunmalıdır. Fakat burada düşülen hata, Kuran’ın mutlak referans olduğunun unutulup bu yazılı eserlerin ve insan yorumlarının mutlaklaştırılması olmuştur.

Bunun sonucu olarak mezhep olgusunun bir rekabet konusu haline gelmesi, adına “alim” ya da “din adamı” denilen kişilerin ve Hz. Peygamberden rivayet edildiği söylenen hadislerin mutlaklaştırılması Kuran’ı hep ikinci plana itmiş, insanların dinlerini öğrenecekleri ve ihtilaflarını referans edecekleri biricik Kitap gündemden çıkmıştır. Dinin ahkâmını, şeriatını ve değişmez sınırlarını belirlemeye tek yetkili olan Allah, bütün bu kuralları Kuran’da açıkça belirttiği halde, ilim sahibi insanların hatta Hz. Peygamberin hayatın içinde kendimize bırakılmış alanlarda yaptığı uygulamalar, dönemsel görüşler, çeşitli içtihadler ve geçici kararlar DİNİN ESASLARINDAN, AHKAMINDAN, ŞERİATINDAN imiş gibi MUTLAKLAŞTIRILMIŞLARDIR. Temel sorun budur ve bütün ihtilafların temelinde de bu yatmaktadır.

Kendilerine mazeret arayan insanlar tarafından adına içtihad denilen, fetva denilen mekanizmalar sorgulanmadan kabul edilmiş, yaşanan hayatın tam zıttı ve Kuran’a aykırı birçok görüş bu kitaplar vasıtası ile toplumların vazgeçilmez inançları haline gelmiştir. Bu kitapların hepsi toptan yanlış ve hatalıdır elbette denemez ama içlerindeki bilgiyi Kuran referansına sunmadan olduğu gibi kabul edip mutlaklaştırmak, İslam’ın temel kaidelerine aykırı bir çok maddeyi dinin olmazsa olmazı haline getirmiştir.

Bir olay hakkında görüş bildirdiğinde sahabelerin Hz. Peygambere “ bu sana Allah tarafından mı bildirildi yoksa kendi görüşün mü ya Rasulullah?” diye sormaları ve “hayır, kendi görüşüm” dediği noktalarda sahabelerin fikirlerini açıkça beyan etmeleri ve birçok kez de Rasulullah’ın kendi değil onların fikirleri ile hareket ettiği herkesin malumudur. ( Bkz. Bedir savaşı, Uhud savaşı v.b. ). Hepsinin ihtilafsız hareket ettikleri tek konu ise Vahiyle bildirilenler yani Kuran’ın mutlak hükümleridir. Bu, Hz. Peygamber için böyle ise diğer tüm insanlar için haydi haydi böyle olmak zorundadır.

Sonuç olarak, kendi dinini anlama ve yaşama niyetinde olanlar, dünya hayatında imtihan olmakta olduğunu ve yaşadığı bu hayatın hesabını Allah’a vereceğine iman etmiş olanlar Kuran’ı anlamak ve yaşantılarına tatbik etmek zorundadırlar. Kuran’la beraber tefsir, hadis, siyer mealler de okunmalı, Kuran araştırma kitapları da incelenmeli ve daha güzel bir kulluk için tüm bu araçlar kullanılmalıdır. Bunu yaparken tek dikkat edilmesi gereken, Hüküm sahibi olanın yalnız Allah olduğunu unutmamak ve tüm edinilen bilgileri Kuran’ın mihengine vurmak gerektiğidir. Şu ayetler konumuza son söz olarak yeter:

“İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?” CASİYE - 6

“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir” ZÜMER – 18

“Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.” YUSUF – 40

“Göklerde ve yerde olanların, O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.

Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” KEHF 26 - 27

KURÂN ve HAYATIMIZ - IV

Yazı dizimizin bu bölümünde, Kuran’ın kendisini anlayarak hayatlarına rehber edinmek isteyenler için, anlama ve kullanma metodunu tarifini yine ondan inceleyeceğiz.

Önceki bölümlerde, Kuran’ın kendisini tarif ederken, açıklayan, detaylandırılmış ve kolaylaştırılmış bir kitap olduğunu söylediğini görmüştük. Bu bağlamda, öncelikle Kuran’a şu soruyu sormalıyız.

“Kuran, sen neye yararsın, seninle ne yapabilirim?”

Cevaplarına bir göz atalım :

“Bu, kendisinde şüphe olmayan, Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olanlar için yol gösterici bir kitaptır” BAKARA – 2

“O, alemler için yalnızca bir öğüt ve hatırlatmadır.” YUSUF – 104

“Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikr ( topyekün bir bakış açısı ) den başka bir şey değildir.” KALEM – 52

“Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.” İSRA – 82

“De ki: 'O, (Kuran) iman edenler için bir doğru yol rehberi ve bir şifadır.” FUSSİLET- 44

“Şüphesiz o (Kur'an), doğruyu yanlıştan ayırdeden bir sözdür.” TARIK – 13

“Elif, Lam, Ra. (Bu bir) Kitap'tır (ki,) Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” İBRAHİM – 1


Evet, bu ayetlerden anlaşıldığı gibi, Kuran, Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun dosdoğru yol dediği yolda yürüyerek bu dünya hayatının imtihanını kazanmak isteyenler için bir kılavuz, bir rehberdir. Tüm insanların ve toplumların bir hayat algısı, açıklaması, topyekün bir bakış açısı ilan ettikleri her anda ve alanda, Allah’ın razı olduğu tek bakış açısıdır ( paradigma ). İnsanları yanlıştan doğruya ileten bir araçtır.

Şimdi bu aracı dosğdoğru kullanmak için şu soruyu Kuran’a yöneltelim ve cevabına bakalım :

“Kuran, seninle dosdoğru yola ulaşabilmem için senden nasıl bir metot izleyerek yararlanabilirim?”

İşte cevaplar :

“Aklınızı kullanmanız için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor” BAKARA – 242

“Gerçek şu ki; Biz size akılınızda tutmanız gereken her şeyi kapsayan ilahi bir mesaj indirdik, hâla aklınızı kullanmayacak mısınız?” ENBİYA – 10

“Öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.” NAHL- 98

“İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki, üzerinde etraflıca düşünesiniz.” BAKARA – 266

“Ve Kur'an'ı belli bir tertil üzere ( tane tane, düşünerek, konsantrasyonla ) oku.” MÜZZEMMİL – 4


Bütün bu ve daha onlarca benzeri ayetlerden anlıyoruz ki Kuran’ı hayatımızı düzenleyen bir araç olarak bir rehber olarak kullanabilmemiz için öncelikle düzenli bir şekilde, sürekli OKUMALIYIZ. “Ben Kuran’ı okudum” cümlesi yanlıştır. Az da olsa düzenli bir şekilde Kuran okunmaya devam edilmelidir. Kendimiz için önem arz eden her olayda Kuran’dan araştırma yapılmalı ve onun tavsiyeleri dikkate alınmalıdır.

Bu okumayı yaparken, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınarak yapmalıyız. Bunun manası, dil ile eûzu besmele çekerken, insanların, sistemlerin, nefsimizin, geçmişten günümüze aklımızda ve yüreğimizde oluşturduğu önyargıları, kemikleşmiş anlayışlarımızı, çıkarımıza gelen haksız yorumları terk ederek, serbest bir zihinle okumalıyız. Bu metot çok büyük önem arzetmektedir, aksi takdirde biz Kuran’a uymuş değil Kuran’ı kendi düşüncelerimize uydurmuş oluruz. Bunun acı sonuçları 1350 yıldır Müslümanlar üzerinde maalesef görülmektedir.

Akıl, fıtrat ve vicdan Allah’ın insana dünya hayatındaki imtihanı için verdiği araçlardandır. Bunları dosdoğru, örtmeden, yamultmadan kullanan insan için iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı ayırt etmeye yararlar. Kuran, Allah’ın yaratışında insana kodladığı bu bilgiler, verdiği bu araçlar için bir HATIRLATMA olduğunu söylüyor. Dolayısı ile kirletilmemiş temiz bir akıl, üzeri örtülmemiş açık bir vicdan ve evrensel olarak teyit edilmiş fıtri bilgiler ile Kuran’a yaklaşırsak bunlardan çıkan sonucu birebir teyit eden bir metinle karşılaşıyoruz.
Kuran’ın metodunda, AKLETMEK, ETRAFLICA DÜŞÜNMEK, YÜREĞİNLE YORUMLAMAK da bizi kolayca onun rehberliğinde doğruya ulaştırmaktadır.

Tüm bunlardan sonra Kuran’ın kendisinden yaralanma metodu apaçık ortadadır. Dünya hayatlarında imtihanını düzgün bir şekilde vermek isteyenler, Allah’a gönülden yönelerek ve teslim olarak O’nun rızasını kazanmak isteyen insanlar ve toplumlar için temel referans bu Kuran’dır.

Kuran’ı bu fonksiyonundan uzaklaştıracak her yaklaşım, kişileri ve toplumları felaketlere götürecek, daha da kötüsü ebedi hayatlarını mahvedecek bir hatadır. Alemlerin Rabbi olan Allah, kullarına bir rahmet olarak imtihanın cevaplarını göndermiştir. İnsana düşen – eğer imtihan olduğunu cidden kabul ediyorsa- bu cevapları kağıdına yazmaktır. Derdi imtihanı vermek olmayanlar, ciddi olarak ahirete iman etmeyenler, dünyayı kişisel cennetlerine çevirmeye çalışanlar, hayatlarını rekabet ve iktidar savaşları üzerine kuranlar, Kuran’a uymak yerine, ya Kuran’ı dışlamakta ya da onu kendi emellerine uydurmakla uğraşmaktadırlar. Mazeret arayanlar da apaçık Kuran rehberliğine ve metoduna uymak yerine, onu nefislerine göre tevil edenlerin peşine düşmektedirler. Sonuçlar zaten apaçık bir biçimde gözlerimizin önündedir.

Tertemiz bir gönülle Rablerine yönelenleri, Kuran’ı anlama ve hayatlarına rehber edinme gayretinde olanları Allah en iyi şekilde bilendir ve sonuç yakında görülecektir. Çünkü Allah, sinelerin özünde olanı da bilir, kendisine gönülden yönelenleri de bilir. Hiç şüphe yok ki, hayatımızın hesabını vereceğimiz Rabbimiz, bütün noksanlardan münezzehtir. Şüphesiz ki O, alemlerin Rabbidir, şüphesiz ki O, alemlerin Sahibidir.

KURÂN ve HAYATIMIZ - V

Yazı dizimizin bu bölümünde, KURAN’IN DÜNYA İMTİHANIMIZDAKİ SORULAR İÇİN VERDİĞİ CEVAP ANAHTARINI inceleyeceğiz.

Bu dünya hayatına dair, hemen hemen her insanın, her filozofun, her sistemin, her kültürün bir görüşü ve açıklaması vardır. Kurân’a göre de bu dünya hayatının bir açıklaması elbette vardır ve Kurân bu dünya hayatını İMTİHAN olarak açıklar.

Evet, bu dünya hayatı, insanın karşılığında cenneti almak için gönüllü olarak kabul ettiği bir imtihandır. Sadece bir İMTİHAN. Ne bundan fazladır ne eksiktir. İnsanlardan, filozoflardan, kültürlerden, sistemlerden ileri sürülmüş tüm açıklamalar zaman içinde yok olup gitmekte fakat Kurân’ın açıklaması olan imtihan fenomeni bâki olarak her an devam etmektedir. Her ölen insanla ve her doğan insanla bu akış devam etmektedir. Konu ile ilgili ayetlere bir göz atalım.

“İnsanlar, (sadece) 'İman ettik' diyerek, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?” ANKEBUT - 2

“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” BAKARA - 155

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.” ENBİYA – 35

Merhametlilerin en merhametlisi olan, merhametin, şefkatin ve sevginin biricik kaynağı olan alemlerin Rabbi olan Allah’ımız, insanı bu dünya hayatındaki imtihanında yalnız bırakmamış, ona olan sevgisinden ve merhametinden dolayı bu imtihanın sorularının apaçık cevaplarını da insana vermiştir. Çağlar boyu gelen peygamberler ve getirdikleri vahiy işte bu dünya hayatındaki imtihan sorularının cevaplarını içermektedir. Tâbiri caizse imtihan defter kitap açık yapılmaktadır.

Allah, insanın bu imtihanını kazanabilmesi için yapıp etmesi gereken ve yapmaması gereken her şeyi Kurân’da açıkça bildirmiş ve insandan bunlara uygun yaşamasını istemiştir. Bunu yaptığı takdirde insan, dünya hayatındaki bu imtihanını kazanacak ve hep istediği uğuruna bu imtihanı kendi isteğiyle kabul ettiği Cennetine kavuşacaktır. Bu, Allah’ın açık bir vâdidir.

Bu kadar açık olan cevapları okudukları halde neden bazı insanlar bu cevapları bir türlü kabullenmemekte ya da değiştirmek istemektedirler. Bu psikolojinin temelinde, bakış açısı yani olaylara ve hayata verilen anlam bu hayattaki edinilen misyon ve vizyon etkisi vardır. İnsan mor bir gözlükle baktığında her şeyi olan renginden farklı görür. Önemli olan bir bütünlük içerisinde bakabilmek, renkli gözlükleri çıkarıp atabilmek, Kurân’ın bak ve gör dediği yerden bakıp görebilmektir. Yoksa kafaların içindeki farklı algılarla, paradigmelarla bakmak tek başına yeterli olmamaktadır.

İşte Kurân, bu imtihan sorularının cevaplarını doğru düzgün yaşayabilmesi için insana bir hayat felsefesi, bir bakış açısı ve bir paradigma, bir cevap anahtarı kullanma metodu da vermektedir. Tüm söylenmiş, ileri sürülmüş felsefelerin, hayata bakış açılarının ve paradigmaların üstüne, Kurân da bu konuda sözünü söylemiştir. Kendisini tüm alemler, tüm olaylar, tüm yaşananlar için bir ZİKR yani bir PARADİGMA olarak açıkça tanımlamakta ve bu paradigmadan bakmadıktan sonra kişiye bir yarar sağlamayacağını da açıkça belirtmektedir.

“O (Kur'an), mutlak bir şekilde alemler için bir zikirdir” TEKVİR – 27

Bu paradigmaya yani Kurân’ın hayata verdiği bakış açısı, anlam bütünlüğüne göre dünya imtihanını başarmak isteyen insana kişisel olarak donanması gereken iman ve duruşu ve bunları donandıktan sonra hayatın içinde edinmesi gereken MİSYON ve VİZYONU şu iki ayette insana açıklanmaktadır.

Önce insanlığa verdiği misyonu görelim :

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Ama erdemlilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; dosdoğru sâlat eden, zekatı gönülden veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar da bunlardır.” BAKARA – 177

Erdemli, dosdoğru bir insan olmak imtihanı vermenin ilk şartı, bunun için yapılması gereken misyon şu şekilde verilmiş ayette :

1- Nereli, hangi ırktan, hangi coğrafyadan olduğun önemli değil,
2- İMAN edeceksin, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere
3- Malından infak edecek vereceksin ihtiyacı olanlara, sürekli vereceksin,
4- Sâlat’ı dosdoğru edeceksin, yani kişisel yönelişlerinin hepsini ( buna namaz da dahil ) ciddi ve düzgün bir şekilde tutarlı olarak yerine getireceksin,
5- Toplumsal sorumluluklarında üzerine düşeni gönülden yapacaksın (zekatı gönülden vermek),
6- Sözüne güvenilir dürüst bir insan olacaksın, sözünü bozmayacaksın,
7- Hayatın bireysel ve toplumsal zor zamanlarında sabırlı ve direnişçi olacaksın.

Şimdi, Kurân’ın bu misyonu yüklenen insana verdiği Vizyonu, yani hayatın onun için anlamını görelim:

“Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.
Allah adına üstün bir mücadele gösterin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'ân'da) da sizi 'teslim olanlar' olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” HAC – 78

İşte vizyonumuz :

PEYGAMBER BİZE ŞAHİT OLSUN BİZ DE İNSANLIĞA ŞAHİTLER OLALIM.

Bakara 177 deki misyonu yüklenen bir insan bu hayatın vizyonu olarak İNSANLIĞA ŞAHİT olmayı kuşanmalıdır. Bu neyin şahitliği dersek, Hac 78 de dediği gibi alemlerin Rabbi olan Allah’ın yegane yaratıcı, ilah ve rab olduğuna, kulluğun yalnız O’na yapılacağına. O’nun emir ve yasakları ne ile çelişirse çelişsin Allah’ın tarafında olmaya ve onları savunmaya, velev ki bu kişisel çıkarımızla çatışsa bile. İman verilenler sadece bu ŞAHİTLİĞİ insanlığa dosdoğru sunmakla mükelleftirler. Bu vizyonu ve misyonu hayatına nakşetmekteki örneklik ise Rasuller’de ( selâm hepsine ) ve özellikle son Rasul Hz. Muhammed’de vardır.

İşte bu paradigma, bakış açısı, hayatın anlamı, misyon, vizyon adına her ne dersek diyelim, insanlığın dünya hayatındaki imtihanı için geçerli cevap anahtarını oluşturmaktadır. Bu anahtarla imtihan sorularına yaklaşan bir kişi cevapları kolayca kağıdına yazacaktır. Bu uğurdaki çabası asla göz ardı edilmeyecek, hata ve kusurları da alemlerin Rabbi olan Allah tarafından affedilecektir ve imtihanı kazanmış olarak ahiret yurduna girecektir. Bu, Allah’ın Kurân’da bize bildirdiği vâdidir ve Allah asla vâdinden dönmez.

Yüreğimiz, aklımız ve vicdanımızı Kurân’ın verdiği bu anahtara endeksleyip, Kurân’a yaklaşır ve içine girersek bize hidayet yolunu, imtihanın cevaplarını açıkça verecektir. Çünkü Kurân, bu paradigmayı edinmiş, Allah’a karşı sorumluluğunu kabul edip, bu imtihanın bilincine varmış kişileri dosdoğru yola hidayet etmek için gönderilmiştir. İnanmıyorsanız elinizdeki Mushafları açıp önsöz olan Fatiha sûresinden sonraki ilk ayete bir göz atınız, kitabın ilk cümlesine, o size bunu açıkça söyleyecektir.

KURÂN ve HAYATIMIZ - SON

Yazı dizimizin sonuna geldik. Bu son bölümde, konunun genel bir özetini yapmaya çalışacağız.

Kurân’ın insanlığa gönderiliş amacı, bu hayata vermek istediği mesaj ve insanların kendisinden faydalanma metodunu önceki bölümlerde yine Kurân’ın ayetlerinden yola çıkarak incelemiştik.

Bu gün insanlığa baktığımızda, tüm insanların Kurân’a yaklaşım olarak dört ana kategoride olduklarını görüyoruz.

1- Kurân’ı kabul etmeyenler, İlâhi bir kitap olmadığını söyleyenler ve kökten reddedenler.

2- Kurân’ın Allah tarafından dünya ve ahiret hayatlarının bir kurtuluş rehberi olarak gönderildiğini kabul edip, Kurân’la sürekli iletişim halinde ve yalnız Kurân’ın belirlediği değerler sistemine göre hayatlarını düzenleyerek yaşamaya çalışanlar.

3- Kurân’ın ilahi bir kitap olduğunu kabul ettikleri halde, onunla hiçbir iletişime girmeden ondan hiçbir değer almadan, Kurân’ı “yüce kitap” olarak isimlendirerek fakat hükümlerinin hayata müdahalesini kabul etmeden hayatlarını sürdürenler.

4- Kurân’ın ilahi bir kitap olduğunu kabul ettikleri halde, Kurân’ın hükümleri ve değerler sistemi ile çelişen bir çok konuda Kurân yerine bu diğer görüşleri ya da yorumları din olarak yaşayanlar, Kurân’ın kendisi ile sürekli iletişim halinde olmayanlar.

Birinci gruba genellikle gayri müslim dediğimiz, hristiyanlar, yahûdiler, diğer din mensupları, ateistler ve deistler girmektedir.

Üçüncü gruba, Müslüman geleneklerin ağırlıkta olduğu toplumlarda doğup büyüdükleri halde, insanlardan üretilmiş hayat sistemlerinin takipçileri olan laikler, liberaller, ırkçılar, milliyetçiler, sosyal demokratlar, lümpenler gibi grupların mensupları girmektedir.

Dördüncü gruba ise samimi dindar oldukları halde, Allah’ın rızasını kazanmak üzere yaşamak gerektiğini kabul ettikleri halde, geleneksel din yorumlarının etkisi ile Kurân’la birebir iletişime girmeden, “din adamı” ya da “din kurumu” denen ve otorite olarak kabul ettikleri kişi ya da kurumların yorumlarını “mutlak doğru” olarak sorgulamadan kabul etmiş Müslümanlar girmektedir.

Dördüncü gruba girenler ise ciddi bir azınlık oluşturmakta ve genellikle diğer üç grubun mensupları tarafından acımasızca ve haksızca ağır şekilde eleştirilmektedir.

Yaşadığımız hayatlarımızın ve gerek üzerinde yaşadığımız gerekse tüm dünya coğrafyasındaki bunalımlar, haksızlıklar, adaletsizlikler, kan ve göz yaşı dolu hayatlar da zaten 1,3, ve 4. grupların neredeyse insanlığın %99’unu oluşturduğunun açık bir ispatıdır.

Nefes almak yaşamaktır, yaşamak ise halen imtihanın devam ettiğinin, süremiz ve fırsatımız olduğunun kanıtıdır. Dolayısı ile bu andan başlayarak, tüm hayat muhasebemizin, inançlarımızın, hayat algımız ve değerlerimizin acilen yapılması ve alemlerin Rabbi Allah tarafından kurtuluşumuz için gönderilen Kurân’a göre değerlerimizin, inançlarımızın ve hayatımızın düzenlenmesi için bir imkanımız ve fırsatımız hâla var demektir.

Kurân apaçık bir şekilde orada durmakta ve kendisine muhatap olup imtihanı kazanacak insanları beklemektedir. Tarihin, toplumun ve geleneklerin üzerimize sıvadığı tüm sahte isimlendirme ve değer sistemlerinden bir an önce sıyrılmalı ve Allah’ın dünyada imtihan etmekte olduğu kulları olarak kurtuluşumuz için bize gönderdiği Kurân’la bir an önce muhâtabiyetimizi başlatmak zorundayız.

Ölüm, bu hayatta garantisi olan tek şeydir. Ölüm bizi alıp bu imtihan salonundan çıkarmadan önce, Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan kulluk ve itaat edelim, gönderdiği cevapları kağıdımıza yazarak hayatlarımızı yaşamaya çalışalım. Rekabetlerden, kıskançlık ve kinlerden uzak, geçici dünya hayatının aldatıcı oyunlarına ve süslerine kanmadan, tek başına yaratılmış, tek başına imtihanını olmakta olan ve tek başına hesaba çekilecek kullar olduğumuzu unutmadan doğru ve güzel bir kul olarak yaşamaya çalışalım. Güzel bir şekilde iman edelim, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olalım ve Rasulleri ( selam hepsine ) örnek alıp insanlığa örnekler ve şahitler olalım. Ebedi olan ahiret yurdudur, bu dünya biz istemesek de çabucak gelip geçecek ve bizi terk edecektir, asıl hayatımız olan ebedi ahireti kaybetmeyelim.

Rabbim bu yazı dizisi ile Sen şahitsin ki hakkı ve doğruyu ve güzeli Sen’in gönderdiğin kitabın olan Kurân’a uygun söylemeye çalıştık. Kusur ve yanlışlarımızı affet. Kusursuz ve eksiksiz olan yalnız Sen’sin. Sen her şeyin en doğrusunu en iyi bilensin. Biz kullarını Sana lâyıkı ile teslim olan ve Sen’in yeryüzündeki şahitliğini dosdoğru yapanlardan eyle. Bizi sonsuz sevgine ve merhametine kat. Şüphesiz ki dönüşümüz Sana’dır, şüphesiz ki Sen alemlerin tek Rabbisin, Şüphesiz ki Sen alemlerin tek Sahibisin, ve tüm dualarımızın sonu Seni hamd ile tesbih etmektir. Vel hamdülillahi rabbil alemin.